25 Haziran 2009 Perşembe

23 Haziran 2009 Salı

Ha hah ha :?

Kızın biri kitap okurken ölmüş...Acaba neden?





Satırbaşına gelmiş de ondan.....
























Herşeyi bilen ördeğe ne denir?
















Blendax

22 Haziran 2009 Pazartesi

Kim ulan bu Murphy?


Murphy Kanunları (en:Murphy's law) Amerikalı mühendis Edward A. Murphy, jr. tarafından, başarısızlıklar ve hata kaynaklarının karmaşık sistemlerde incelenmesi üzerine ortaya konan özdeyişlerdir.

Kapıyı açmak için soktuğun anahtar hep öbürüdür, soktuğun değil.
Yere düşen her şey ulaşılması en zor köşeye yuvarlanır.
Ne zaman arabanı yıkarsan yağmur yağar, yağmur yağacağı için arabanı yıkamadığında yağmur yağmaz.
Reçelli ekmek ne zaman yere düşse reçelli kısmı hep yere gelir.
Uyuyan bir bebek, anne babası uykuya dalınca uyanır.
Bir şey tamir ederken elin tamamen yağlandığında burnun kaşınır.
İnsanların seni seyretme olasılığı, düştüğün komik durum ile doğru orantılıdır.
Yanlış numara çevirdiğinde çevrilen numara kesinlikle meşgul değildir.
Patronuna lastiğin patladığı için geç kaldığını söylediğinde ertesi gün lastiğin gerçekten patlar.
Gırgır geçmeye başladığın anda patron kapıda görünür.
Sıkışık trafikte şerit değiştirdiğinde, terk ettiğin şerit daha hızlı akmaya başlar.
Duşa girip ıslandığında telefon çalar.
Birileri ile karşılaşma ihtimalin, görünmek istemediğin zaman en üst düzeydedir.
Bir makinenin çalışmadığını ispat etmen gerektiğinde kesin çalışır.
Kaşıntının şiddeti ulaşma zorluğun ile doğru orantılıdır.
Sinemada sıranın ortasında oturanlar salona en son girerler.
Ayağınıza tam oturan bir ayakkabı kesinlikle mağazadaki ayakkabıların en çirkinidir.
Herhangi bir şeyi beğendiğinizde derhal üretimden kaldırılır.
Birşeye ulaşmak istediğinizde ve ulaşamayıp umudunuzu kestiğiniz anda,bir yerden bir şekilde size gelir.
İşler yolunda gittiği zaman mutlaka bir terslik vardır.
Aradığınız şeyi baktığınız en son yerde bulursunuz.
Herhangi bir bilgide sayılar çok doğru gözüküyorsa boşuna kontrol etmeyin, yanlıştırlar.
Bir teklifin gerçek olması güvenilir olmasını gerektirmediği gibi, güvenilir bir teklifin de gerçek olması gerekmez.
Telefon çalmasını beklediğin süreler boyunca çalmayacak, ancak başından ayrılıp başka bir işle meşgul olduğun anda çalıp seni bölecektir.
Siz sınavlara istediğiniz kadar çalışın, sonunda her zaman çalışmadığınız bir yerden çıkacaktır!
Ne zaman sınavlara çalışacak olsanız uykunuz gelir, sınavdan sonra uykunuz açılır.
Dakikalarca beklediğin otobüs sen tam sigara yaktığında gelecektir.
Sigara dumanı herzaman sigara içmeyen kişiye doğru gelir.

Sizin de var mı Murphy ile akrabalığınız?

15 Haziran 2009 Pazartesi

O ne love 09?

Yüzükoyunlular ve Kapıkolu askerleri



Osmanlı Devletinin sürekli ordusunu oluşturan ve doğrudan padişaha bağlı olan yaya, atlı ve teknik sınıftan asker ocaklarına verilen ad.

Kapıkulu ocaklarının kurulmasından önceki dönemde Osmanlı Devletinin askeri gücünü yayalar ve müsellemler oluşturuyordu. Bu birlikler tımarlı sipahiler, akıncılar, azaplar, voynuklar, martoloslar ve cerahorlarla destekleniyordu. I. Murad döneminde (1360-89) örgütsel kuruluşu tamamlanan kapıkulu ocakları, 16. yüzyılda yeniden düzenlendi. Bu yapıda, yaya ve atlı olarak iki ana sınıf vardı. Acemi oğlanları, yeniçeriler, cebeciler, topçular, top arabacıları yay sınıfını, sipahiler, silahdarlar, sağ ulufeciler, sol ulufeciler, sağ garipler, sol garipler de atlı sınıfı oluşturuyordu.

Akkoyunlular (Türkmence: Akgoýunly / آق قویونلو, Azerice: آق قویونلو veya آغ قویونلو / Ağqoyunlu, Osmanlı Türkçe: آق قوینلو, Farsça: آغ قویونلو veya آق قوینلو ),

15. yüzyılda kurulmuş bir Türkmen devletidir. Horasan'dan Fırat Irmağı'na ve Kafkas Dağları'ndan Umman Denizi'ne kadar uzanan topraklarda egemen olmuşlardır.

Akkoyunlular Oğuzların Üçok kolunun Bayındır boyundan geliyordu. Karakoyunlular gibi, Doğu Anadolu’nun dağına, taşına, vadisine ve akarsu kenarlarına bu damgayı vuran Akkoyunlular, Yirmi dört Oğuz Boyundan biri olan Bayındırlılara mensuptular. Bundan dolayı "Bayındır Han Oğulları" veya "Bayındıriyye" olarak anılıp bir müddet de "Tur Aliler" de denilmiştir. Bayındırın, "daima nimetle dolu olan yer" anlamına geldiği kaydı vardır. Ülüşünün, (şölende koyun etinden aldığı payın yerinin) sol dirsekten parmak ucuna kadar olduğu belirtilmektedir. Ongunu ise Sungur kuşu (bir doğan türü) olup Peçenek, Çavundur ve Çepnilerle ortaktır.

Bakunin

Bakunin, Moskova’nın Kuzeybatısı'nda, Torzok ve Kuvşinovo arasındaki Piramukhino köyündeki aristokrat bir ailenin çocuğudur. 14 yaşındayken Topçuluk Üniversitesinde askerî eğitim aldığı St. Petersburg’a gitti. Eğitimi 1832 yılında tamamlandı ve Rusya İmparatorluk Muhafız Alayı’na düşük rütbeli bir subay olarak atandı ve Minsk’e, Gardinas’a, Litvanya’ya (artık Belarus) gönderildi. Babası Bakunin’in askerî veya sivil göreve devam etmesini istiyorduysa da, o 1835 yılında ikisini de terk ederek, felsefe okumayı umut ettiği Moskova’ya geçti.

Bakunin hangi isim ya da biçim altında olursa olsun, Tanrı da dahil olmak üzere tüm dış otorite sistemlerini reddediyordu. Ölümünden sonra 1882 yılında basılan Tanrı ve Devlet adlı eserinde şöyle yazıyordu:

“ İnsanın özgürleşmesi yalnızca buna bağlıdır, çünkü o doğanın yasalarına itaât eder; onlar insana dışarıdan insanî veya ilâhî, kollektif veya bireysel her ne olursa olsun, herhangi bir yabancı irade tarafından empoze edildiği için değil, kendisi onları böyle kavradığı için. ”

Böylece doğa kanunlarının farkına her insan kendisi varır. Bakunin'in akıl yürütmesi sonunda bu kanunların kendi doğasının kanunları olduğu için, bireyin bunlara uymaktan başka çaresinin olmadığı ve bu nedenle politik organizasyonların, yönetimlerin ve yasaların derhâl yok olacağı düşüncesine varır.

Bakunin aynı şekilde herhangi bir imtiyazlı konumu veya sınıfı reddetmiştir. Çünkü "bu ayrıcalığın acayipliğidir ve her ayrıcalıklı konum insanın kalbini ve zihnini öldürür. Ayrıcalıklı insan, politik yâhut ekonomik fark etmez, zihnen ve kalben bozulmuş insandır".

Bakunin'in devrimci programını gerçekleştirme yöntemleri de onun prensiplerinden daha az anlamlı değildir. Bakunin’in tanımladığı gibi, bir devrimci özel bir ilgi veya duyguya izin vermeyen, din, vatanseverlik yâhut ahlâk konusunda, onu kelimenin her anlamıyla varolan toplumu altüst etme görevinden saptıracak hiçbir şüphe taşımayan, sâdık bir insan olmalıdır.

Mikhail Bakunin ve Karl Marx arasındaki anlaşmazlık, Anarşizm ve Marksizm arasındaki farklılığa ışık tutar: Anarşistler ve Marksistler aynı ortak hedefi (sosyal sınıfların ve devletin olmadığı özgür, eşit bir toplumun yaratılması) paylaşmakla birlikte, bu hedefe nasıl ulaşılacağı konusunda büyük anlaşmazlıklar yaşarlar. Anarşistler sınıfsız, devletsiz topluma devlet aygıtı yoluyla değil emekçilerin özyönetim organları aracılığıyla ve proletarya diktatörlüğü gibi bir geçiş aşaması olmadan geçilmesi gerekliliğine inanırlar. Anarşistlere göre iktidar yozlaştırır. Marksistler böyle bir şeyin imkânsız olduğuna ve anarşistlerin çok idealist olduğuna inanırlar. Devlet aygıtını yok etmeyi değil ele geçirmeyi amaçlarlar. Marksistler sınıfsız ve devletsiz topluma, devlet aygıtının ve plânlı ekonominin olduğu sosyalizm adı verilen kademeli bir geçiş ön görürler.

9 Haziran 2009 Salı

Made In Nippon

















Yağmur bulutları apaçık çok şiddetli bir fırtınanın gelmekte olduğunu söylüyor.

Karanlık yağmurlu bir gece, şimşekler çakıyor, gök gürlüyor, tam bir fırtına var ve siz arabanızla gece saat 02.00'da yoldasınız.

Genelde tek başınıza yolculuk yapıyorsunuz ve o akşam da öyle yaparak ıssız bir yolda ilerlemeye başladınız...

Arabanız iki kişilik. Ve ileride bir otobüs durağı görüyorsunuz.
Arabanızla otobüs duraklarının yanından geçerken oracıkta bekleyen insanlar sizi hep hüzünlendirmiştir oldum olası...
Çünkü otobüs durakları size geçmişinizi hatırlatmaktadır...

Ve işte o yağmurlu ve fırtınalı gecede otobüs durağına yaklaşınca 3 kişinin beklemekte olduğunu fark ettiniz.

Bunlardan;

Birincisi bir doktor. Sizi daha önce geçirdiğiniz kalp krizinden kurtarmış.

İkinci kişi, çok yaşlı ve neredeyse ölmek üzere olan birisi.

Üçüncüsü ise, hayatınızın rüyası, her zaman tanışmak istediğiniz birisi...

Hava gittikçe kötüleşiyor ve arabanızda sadece bir kişilik yer var.

Böyle bir durumda siz olsaydınız ne yapardınız?

Hemen cevap vermeniz gerekmiyor. Düşünün unutmayın doğru ya da yanlış cevap yok. Sizin tercihin önemli sadece...

Görüşmeye girenlerin cevapları şöyle olmuş:

A) Hasta adamı en yakın hastaneye götürelim.

B) Doktor daha önce hayatımı kurtardığı için onu alırdım.

C) Manen düşünürsem tabii ki hasta adamı alırdım ama kendi geleceğimi ve hayatım için her zaman tanışmayı arzuladığım bu kadını arabaya alırdım diyenler de varmış.

Görüşmeye katılanların yüzde 90'ı aynı cevabı vermiş; "Yaşlı adamı alırdım"

Ama bir kişi farklı bir cevap vermiş ve o kişiyi işe almışlar...

Peki bu kişi ne demiş....Azz sonra..





İşte işe aldıran o cevap:



Arabadan inip anahtarı doktora veririm, doktor benim hayatımı kurtardığı gibi yaşlı adamı da hastaneye yetiştirip hayatını kurtarabilir. Böylece ben de hayatımın insanıyla otobüs durağında baş başa kalır onu tanıma fırsatını yakalarım.

Bu çok düşünülmeyecek bir cevap değil ama insanoğlu bencildir ve hiç kimse arabasını vermeyi düşünememiş. Ya siz?

Rıd Two...







Ya sen karışma bari Rıdvan...Beşiktaş almaya kalkınca mı oluo kötü?
Bjk Daum'u alırken kokainman, Fener alırken değil...
Nouma, Bjk'de kötü, Fener'de olsa devam ederdi Büyük Başkanının sayesinde...
Riijkard Bjk'e gelse tüküren ırkçı biri olurdu; Gs alınca büyük hoca...
Aurelio da Rico Paşa'yı dövdü...
Noldu?








1 Haziran 2009 Pazartesi

Piyonluk değil şampiyonluk








Şampiyon olabilmek için en çok ihtiyaç duyulan öğelerden biri takım olabilme olgusu Mustafa Denizli'nin belki de en iyi başardığı şeydi. Galatasaray maçında futbolcuların teker teker çağrıldığı anda yek bir vücut halinde tribünlere gitmesi ilk iki üç futbolcu için yaptığımızda anlayamayacak kadar şaşırmamıza yol açacak derecede anlamlıydı... Denizli maçında da kaptanlık pazu bandının Deli İbo'ya verilmesi...Beşiktaşlıların gözlerinin dolmasına yetti...Metin Ali Feyyaz geri dönmüştü bir an...Yer siyahtı gök de beyaz...Sene başındaki terlik olayı medyanın istediği gibi büyütülseydi, cam adam medyanın istediği şekilde gönderilseydi belki bu tablolar yaşanmayacaktı...